13 Temmuz 2011 Çarşamba
Bir kadın gezgin
İşte idolüm diyebilirim . Nergis Ovacık biricik arkadaşlarımdan Meriç'in annesi.
Roportajı bu hafta Cumhuriyet gazetesinde yeraldı. Bizden gezgin olmasın :) tam bir turist olmuş . Şu ana kadar 45 ülke gezmiş. ve canlı bir blog oluşturmuş. http://nergizovacik.blogspot.com/
'Bir kadın gezgin
Nergiz Savran Ovacık “turist” olmayı bırakıp gezmeye karar verdiğinde kendini neyin beklediğini bilmiyordu. Emin olduğu tek şey, artık sırt çantasıyla kendini yollara vurma hayalini erteleyemeyeceğiydi. Latin Amerika’da tek başına bir ay geçirdi; Arjantinli annelerle slogan attı, Nobel ödüllü Llosa'nın konuşmasını dinledi ve...
Nergiz Savran Ovacık için pek çok tanımlama cümlesi var; ODTÜ’lü, 68’li, feminist, savaş karşıtı, çevreci... Ve gezgin... Endüstri mühendisi olarak uzun ve aktif bir iş yaşamının ardından emekli olunca kendini tamamen yollara vurdu Savran Ovacık. Bugüne dek 45 ülkeye gitti. Son olarak da üç ay Bolivya, Peru, Şili, Arjantin’i tek başına gezdi. Hostellerde hiç tanımadığı insanlarla kaldı; zaman zamiç n Koreli, Meksikalı, Hollandalı, Arajantinli, Avusturalyalı yol arkadaşları oldu. Çölleri, kumulları, okyanusları, yüzen adaları, kanyonları, İnka tapınaklarını gezdi; sokaklarda dans etti, Buenos Aires’te beyaz başörtülü annelerle beraber slogan attı, geçtiğimiz yıl Nobel edebiyat ödülü alan Mario Vargas Llosa’nın konuşmasını dinledi. Gezi boyunca bir blog oluşturarak ( http://nergizovacik.blogspot.com/) dostları için “canlı yayın” da yaptı.
- Yollara düşmenin temel nedeni ne?
Benim için seyahat etmek farklı kültürleri tanımak ve anlamak demek. Bu arada tabi ki oralarda özel turistik yerleri de geziyorum. Bence hayaller çok önemli. Benim de sırt çantamı alıp altı ay Latin Amerika’yı gezmek yıllardır hayalim olmuştu. Bir gün fark ettim ki bu hayalimi gereksiz bir şekilde erteliyorum. Bu fark edişte son zamanlarda kaybettiğim sevdiklerimin etkisi oldu. İspanyolca derslerimi tamamlamadan yola çıktım.
YOLDA OLMANIN BÜYÜSÜ...
- Ne zaman “turist” olmaktan “gezgin” olmaya geçtin?
1999’da fotoğraf evinin düzenlediği Özcan Yurdalan’nın rehberliğinde Sarı otobüsle beş haftalık İstanbul Nepal gezimden sonra... Ondan sonra küçük gruplarla kendi gezi programımızı yaparak gezmeye gayret ettim. Tek başıma yaptığım en uzun gezi bu son Latin Amerika gezimdi.
- “68’li, feminist, savaş karşıtı, çevreci” sıfatlarına bir de “gezgin”i ekledin. Bu sıfatları taşıyan bir kadın dünyayı gezerken -diğer turistlerden, gezginlerden farklı olarak- özellikle neleri algılıyor, nerelere takılıyor?
Sanırım gezdiğim yerlerde klasik müzeler ve binalardan çok orada bana anlamlı gelen insanlarla ilgilenmek ve zaman geçirmek daha önemli oluyor. Örneğin Buenos Aires’te vaktim sınırlı olmasına rağmen bizim Cumartesi Anneleri’nin ilham kaynağı olan beyaz başörtülü annelerin yani Plaza da Mayo annelerinin gösterisine gitmek ya da piknik davetine katılmak için kalma süreni uzatmak, Neruda’nın evini ziyaret etmek için yolunu değiştirmek, o bölgedeki kadınlara, sosyalistlere dair bilgileri edinmek... Tarih yazan Plaza de Mayo annelerini -artık onlara anneanne demek gerekiyor- görmek için programımı bir hafta uzattım. Annelerin “Dikkat dikkat kaybolanların idealleri hâlâ yaşıyor” diye sloganlarının meydana gelen diğer kişilerce “Meydanın anneleri halk sizi kucaklıyor” diye yanıtlanmasını dinlemek etkileyiciydi. Bazıları torunlarının kollarında yürüyorlar. Annelerle meydanın etrafında dönüp slogan atarken, bir sulu gözlü olarak bol bol ağladım.
- Bu seyahatte sana en çarpıcı, etkileyici gelen ne oldu?
Beni en fazla etkileyenlerden biri bu ülkelerdeki diktatörlerin hemen hepsinin cezalandırılıp yaşlarına bakılmadan hapise atılmış olmaları. İkincisi de İspanyollar 16. yüzyıldan itibaren Latin Amerika’yı işgal ettiklerinde, yerli halkı zorla hristiyan yapıp, şehir meydanlarına kocaman Kiliseler inşa ediyor, siyah İsa ve ana altara İnka ve Maya’ların pachamama dedikleri toprak anayı anımsatan Meryem heykelleri koysalarda aradan geçen yıllara rağmen halkın eski gelenek ve ritüellerini unutmayıp sürdürmesi. Yeni bir ofis açarken şahit olduğum seramoni, karnaval şenlikleri gibi La Paz’daki büyücüler çarşısı da bunun en güzel örneği.
- Yalnız bir kadın olarak seyahat etmek zor değil mi? Güney Amerika gezisinde seni ürküten, tedirgin eden şeyler oldu mu?
Bu kadar uzun bir geziyi ilk defa tek başıma yaptım. Benden önce iki kadın arkadaşımın –benden çok genç olsa da- benzer geziyi yapmış olmaları beni cesaretlendirdi. Açıkçası yolda tanıştığım arkadaşlarımın yaş ortalaması 25’i geçmedi ama çok iyi dostlar edindim. Pek çok hırsızlık olayı dinlediğimden geceleri çok tek başıma sokaklarda dolaşmamaya dikkat ettim. Bilgisayarımı ve fotoğraf makinemi korumaya çalıştım. Kaldığım hostellerde bavulumu devamlı kilitli tuttum. Yine de hırsızlıklar oldu. Peru’da belediye tarafında işletilen kaplıcaların kasasına eşyalarımı koydum, ama çantamdan 100 TL kadar çalındı. Yaygara yaptım tabii. Muhteşem İspanyolcamla belediyedeki yetkililere, polise durumu anlattım, bütün günüm yandı, ama sonuç sıfır. Ancak bu yolculukta epey bir şey kaybettiğimden artık böyle şeyler için canımı sıkmamayı öğrendim.
- Kentlerin turistlere gösterilen dışındaki yüzünü ne ölçüde görebiliyorsun, nüfuz edebiliyorsun?
Gezinin en eğlenceli, anlamlı yani bu zaten. Mesela pek çok İsrailli gençle tanışıp tartıştım. Gezginlerin kurduğu benim bildiğim iki gönüllü grup var. Couchserving ve hospitalityclup. Bu gruplara üye olursanız geziniz sırasında sizi misafir edecek kişiler bulabiliyorsunuz. Böylece o kültürü daha yakından tanıma imkânınız oluyor. Siz de imkânınız varsa evinizde gezginleri misafir ediyor, dayanışmaya katılıyorsunuz. Gezide zaman zaman bu sitelerden tanıştığım insanların evlerinde kaldım. Bu da çok keyifliydi. Kitaplarda olmayan lokal yerleri ziyaret etme, o insanların hayatlarını paylaşma, ülkenin durumu hakkında tartışma gibi olanaklarım oldu.
Gördüğün, gezdiğin “en” ilginç, etkileyici kentler nereler senin için? Buralarda etkileyici olan neydi?
“Kentler” demeyelim de “ülkeler” diyelim istersen. Yemen, Moğolistan ve Myanmar. Yemen kara çarşaflı kadınları, cembiyeli ve Kalaşnikoflu erkekleri, ortaçağdan kalma binaları ile Myanmar inanılmaz tapınakları ve değişik yaşam tarzlı halkıyla, Moğolistan ise uçsuz bucaksız bozkırları ve bu bozkırda yaz kış çadırlarda yaşayan halkıyla gerçekten çok ilginç ve bana göre görülmesi gereken yerler.
- Gezgin olmak için çok para gerekiyor mu?
Eğer fazla lüks merakın yoksa Türkiye’de harcayacağın miktarın biraz üzerinde bir para ile çok rahat gezebilirsin. Hele Bolivya, Vietnam gibi ülkelerde çok daha ucuza gezebilirsin.
- Nobelli Llosa’nın balkon konuşmasına da tanık olmuşsun.
Llosa Perulu bir yazar ve Peruluların övünç kaynağı. Ona Bizim Orhan Pamuk’a davrandığımız gibi davranmıyorlar. Llosa Arequipa’ya geldi diye bütün okullar tatil ediliyor. Bandoları ve flamalarıyla onu karşılayıp selamlıyorlar. Bütün yöneticiler ve halk onu sevinçle karşılıyor. Lima’da oturduğu sokağa adını veriyorlar.
- Sıradaki hayalin ne? Nerelere yol görünüyor?
Evet, bir hayalim daha var. Bir yelkenli alıp keyfini çıkarmak. Bunun için de amatör denizcilik sertifikamı aldım. Geriye bir atla üç nal kaldı yani... '
Roportajı bu hafta Cumhuriyet gazetesinde yeraldı. Bizden gezgin olmasın :) tam bir turist olmuş . Şu ana kadar 45 ülke gezmiş. ve canlı bir blog oluşturmuş. http://nergizovacik.blogspot.com/
Eh tabi o kadar toz atıp Meriçe ugramamak olmaz |
Nergiz Savran Ovacık “turist” olmayı bırakıp gezmeye karar verdiğinde kendini neyin beklediğini bilmiyordu. Emin olduğu tek şey, artık sırt çantasıyla kendini yollara vurma hayalini erteleyemeyeceğiydi. Latin Amerika’da tek başına bir ay geçirdi; Arjantinli annelerle slogan attı, Nobel ödüllü Llosa'nın konuşmasını dinledi ve...
Nergiz Savran Ovacık için pek çok tanımlama cümlesi var; ODTÜ’lü, 68’li, feminist, savaş karşıtı, çevreci... Ve gezgin... Endüstri mühendisi olarak uzun ve aktif bir iş yaşamının ardından emekli olunca kendini tamamen yollara vurdu Savran Ovacık. Bugüne dek 45 ülkeye gitti. Son olarak da üç ay Bolivya, Peru, Şili, Arjantin’i tek başına gezdi. Hostellerde hiç tanımadığı insanlarla kaldı; zaman zamiç n Koreli, Meksikalı, Hollandalı, Arajantinli, Avusturalyalı yol arkadaşları oldu. Çölleri, kumulları, okyanusları, yüzen adaları, kanyonları, İnka tapınaklarını gezdi; sokaklarda dans etti, Buenos Aires’te beyaz başörtülü annelerle beraber slogan attı, geçtiğimiz yıl Nobel edebiyat ödülü alan Mario Vargas Llosa’nın konuşmasını dinledi. Gezi boyunca bir blog oluşturarak ( http://nergizovacik.blogspot.com/) dostları için “canlı yayın” da yaptı.
- Yollara düşmenin temel nedeni ne?
Benim için seyahat etmek farklı kültürleri tanımak ve anlamak demek. Bu arada tabi ki oralarda özel turistik yerleri de geziyorum. Bence hayaller çok önemli. Benim de sırt çantamı alıp altı ay Latin Amerika’yı gezmek yıllardır hayalim olmuştu. Bir gün fark ettim ki bu hayalimi gereksiz bir şekilde erteliyorum. Bu fark edişte son zamanlarda kaybettiğim sevdiklerimin etkisi oldu. İspanyolca derslerimi tamamlamadan yola çıktım.
YOLDA OLMANIN BÜYÜSÜ...
- Ne zaman “turist” olmaktan “gezgin” olmaya geçtin?
1999’da fotoğraf evinin düzenlediği Özcan Yurdalan’nın rehberliğinde Sarı otobüsle beş haftalık İstanbul Nepal gezimden sonra... Ondan sonra küçük gruplarla kendi gezi programımızı yaparak gezmeye gayret ettim. Tek başıma yaptığım en uzun gezi bu son Latin Amerika gezimdi.
- “68’li, feminist, savaş karşıtı, çevreci” sıfatlarına bir de “gezgin”i ekledin. Bu sıfatları taşıyan bir kadın dünyayı gezerken -diğer turistlerden, gezginlerden farklı olarak- özellikle neleri algılıyor, nerelere takılıyor?
Sanırım gezdiğim yerlerde klasik müzeler ve binalardan çok orada bana anlamlı gelen insanlarla ilgilenmek ve zaman geçirmek daha önemli oluyor. Örneğin Buenos Aires’te vaktim sınırlı olmasına rağmen bizim Cumartesi Anneleri’nin ilham kaynağı olan beyaz başörtülü annelerin yani Plaza da Mayo annelerinin gösterisine gitmek ya da piknik davetine katılmak için kalma süreni uzatmak, Neruda’nın evini ziyaret etmek için yolunu değiştirmek, o bölgedeki kadınlara, sosyalistlere dair bilgileri edinmek... Tarih yazan Plaza de Mayo annelerini -artık onlara anneanne demek gerekiyor- görmek için programımı bir hafta uzattım. Annelerin “Dikkat dikkat kaybolanların idealleri hâlâ yaşıyor” diye sloganlarının meydana gelen diğer kişilerce “Meydanın anneleri halk sizi kucaklıyor” diye yanıtlanmasını dinlemek etkileyiciydi. Bazıları torunlarının kollarında yürüyorlar. Annelerle meydanın etrafında dönüp slogan atarken, bir sulu gözlü olarak bol bol ağladım.
- Bu seyahatte sana en çarpıcı, etkileyici gelen ne oldu?
Beni en fazla etkileyenlerden biri bu ülkelerdeki diktatörlerin hemen hepsinin cezalandırılıp yaşlarına bakılmadan hapise atılmış olmaları. İkincisi de İspanyollar 16. yüzyıldan itibaren Latin Amerika’yı işgal ettiklerinde, yerli halkı zorla hristiyan yapıp, şehir meydanlarına kocaman Kiliseler inşa ediyor, siyah İsa ve ana altara İnka ve Maya’ların pachamama dedikleri toprak anayı anımsatan Meryem heykelleri koysalarda aradan geçen yıllara rağmen halkın eski gelenek ve ritüellerini unutmayıp sürdürmesi. Yeni bir ofis açarken şahit olduğum seramoni, karnaval şenlikleri gibi La Paz’daki büyücüler çarşısı da bunun en güzel örneği.
- Yalnız bir kadın olarak seyahat etmek zor değil mi? Güney Amerika gezisinde seni ürküten, tedirgin eden şeyler oldu mu?
Bu kadar uzun bir geziyi ilk defa tek başıma yaptım. Benden önce iki kadın arkadaşımın –benden çok genç olsa da- benzer geziyi yapmış olmaları beni cesaretlendirdi. Açıkçası yolda tanıştığım arkadaşlarımın yaş ortalaması 25’i geçmedi ama çok iyi dostlar edindim. Pek çok hırsızlık olayı dinlediğimden geceleri çok tek başıma sokaklarda dolaşmamaya dikkat ettim. Bilgisayarımı ve fotoğraf makinemi korumaya çalıştım. Kaldığım hostellerde bavulumu devamlı kilitli tuttum. Yine de hırsızlıklar oldu. Peru’da belediye tarafında işletilen kaplıcaların kasasına eşyalarımı koydum, ama çantamdan 100 TL kadar çalındı. Yaygara yaptım tabii. Muhteşem İspanyolcamla belediyedeki yetkililere, polise durumu anlattım, bütün günüm yandı, ama sonuç sıfır. Ancak bu yolculukta epey bir şey kaybettiğimden artık böyle şeyler için canımı sıkmamayı öğrendim.
- Kentlerin turistlere gösterilen dışındaki yüzünü ne ölçüde görebiliyorsun, nüfuz edebiliyorsun?
Gezinin en eğlenceli, anlamlı yani bu zaten. Mesela pek çok İsrailli gençle tanışıp tartıştım. Gezginlerin kurduğu benim bildiğim iki gönüllü grup var. Couchserving ve hospitalityclup. Bu gruplara üye olursanız geziniz sırasında sizi misafir edecek kişiler bulabiliyorsunuz. Böylece o kültürü daha yakından tanıma imkânınız oluyor. Siz de imkânınız varsa evinizde gezginleri misafir ediyor, dayanışmaya katılıyorsunuz. Gezide zaman zaman bu sitelerden tanıştığım insanların evlerinde kaldım. Bu da çok keyifliydi. Kitaplarda olmayan lokal yerleri ziyaret etme, o insanların hayatlarını paylaşma, ülkenin durumu hakkında tartışma gibi olanaklarım oldu.
Gördüğün, gezdiğin “en” ilginç, etkileyici kentler nereler senin için? Buralarda etkileyici olan neydi?
“Kentler” demeyelim de “ülkeler” diyelim istersen. Yemen, Moğolistan ve Myanmar. Yemen kara çarşaflı kadınları, cembiyeli ve Kalaşnikoflu erkekleri, ortaçağdan kalma binaları ile Myanmar inanılmaz tapınakları ve değişik yaşam tarzlı halkıyla, Moğolistan ise uçsuz bucaksız bozkırları ve bu bozkırda yaz kış çadırlarda yaşayan halkıyla gerçekten çok ilginç ve bana göre görülmesi gereken yerler.
- Gezgin olmak için çok para gerekiyor mu?
Eğer fazla lüks merakın yoksa Türkiye’de harcayacağın miktarın biraz üzerinde bir para ile çok rahat gezebilirsin. Hele Bolivya, Vietnam gibi ülkelerde çok daha ucuza gezebilirsin.
- Nobelli Llosa’nın balkon konuşmasına da tanık olmuşsun.
Llosa Perulu bir yazar ve Peruluların övünç kaynağı. Ona Bizim Orhan Pamuk’a davrandığımız gibi davranmıyorlar. Llosa Arequipa’ya geldi diye bütün okullar tatil ediliyor. Bandoları ve flamalarıyla onu karşılayıp selamlıyorlar. Bütün yöneticiler ve halk onu sevinçle karşılıyor. Lima’da oturduğu sokağa adını veriyorlar.
- Sıradaki hayalin ne? Nerelere yol görünüyor?
Evet, bir hayalim daha var. Bir yelkenli alıp keyfini çıkarmak. Bunun için de amatör denizcilik sertifikamı aldım. Geriye bir atla üç nal kaldı yani... '
11 Temmuz 2011 Pazartesi
Fikirler Alternatifler: Saraydan Kız Ka-çır-dık
Fikirler Alternatifler: Saraydan Kız Ka-çır-dık: "Bir kac senedir Devlet Opera ve Bale’nin güzel bir etkinliği var. Opera Festivali. İstanbul’da önemli saraylarda operaları sergiliyorlar. B..."
Saraydan Kız Ka-çır-dık
Bir kac senedir Devlet Opera ve Bale’nin güzel bir etkinliği var. Opera Festivali. İstanbul’da önemli saraylarda operaları sergiliyorlar.
Ben bir operaseverim demem mümkün değil amabu enteresan geldi ve bir deneme yaparak Yıldız Sarayı’nda Saraydan Kız Kaçırma’yı izledik.
Konusuna bir göz atalım :
Saraydan Kız Kaçırma (asıl Almanca adı "Die Entführung aus dem Serail" veya İtalyanca adı "Il Seraglio", Köchel dizini numarası: K. 384") Wolfgang Amadeus Mozart'ın bir operasıdır. Bu opera özel olarak Alman stili Singspiel şeklinde hazırlanmıştır. Bu stile göre opera konuşma diliyle müzik dramı karışıktır.Eserin konusu Belmonte adlı bir İspanyol soylusunun, uşağı Pedrillo ile birlikte, sevgilisi olan Konstanze'yi ve onun İngiliz hizmettarı Blonde'yi tutsak olarak bulundukları Selim Paşanın Akdeniz kıyılarında bulunan sarayından veya yazlık köşkünden ve Paşa'nin harem bekçisi olan Osminin elinden kurtarmak için yaptığı girişimlerdir. 1782 yılında Mozart'ın kariyerinin doruk noktalarından birini yaşayıp "Die Entführung aus dem Serail" (Saraydan Kız Kaçırma) ile müthiş bir başarıya ulaşmıştır.
Yıldız Sarayı ile ilgili de bir iki notum var :
(http://tr.wikipedia.org/wiki/Y%C4%B1ld%C4%B1z_Saray%C4%B1)
Yıldız Sarayı, ilk kez Sultan III. Selim'in (1789-1807) annesi Mihrişah Sultan için yaptırılmış,[1] özellikle Osmanlı padişahı II. Abdülhamit (1876-1909) süresinde Osmanlı Devletinin ana sarayı olarak kullanılmış olan saray. Günümüzde Beşiktaş İlçesi’nde yer alır. Dolmabahçe Sarayı gibi tek bir yapı halinde değil, Marmara denizi sahilinden başlayarak kuzeybatıya doğru yükselip sırt çizgisine kadar tüm yamacı kaplayan bir bahçe ve koruluk içine yerleşmiş saraylar, köşkler, yönetim, koruma, servis yapıları ve parklar bütünüdür.
Bu bölge Kanuni döneminden (1520-1566) başlayarak padişahlar için bir avlanma yeri olmuştur. Saray arazisi ile ne oranda örtüştüğü kesin olarak bilinmese de "Civan Kapucıbaşı Bahçesi", "Kazancıoğlu Bahçesi" adını taşıyan bahçe ve koruluklar büyük olasılıkla Yıldız Sarayı arazisini de içermekteydi
Bir nevi sayfiye yeri diyebiliriz , ama sonradan ana saraylardan olmuştur. Kısacası izlerken acaba bu saray o saray muı gerçekten dememek mümkün değil !
Açık Hava Opera ile ilgili olarak şunları sıralayabilirim.
1. Opera’nın dilini anlamayabilirsiniz. Ya önceden hikayeyi okuyun , ya da cep telefonunuzdan internete girebiliyor olun J
2. Açıkhava opera akşam kendi doğal dekorunda hayal gibi oluyor ama yanınıza bir ceket almanız gerekli, yoksa sadece sıcak bir kafeye girmeyi düşünebilir ve tamamen ortamdan kopabilirsiniz.
3. Beklentiniz renk , müzik ve doğal dekor yerine bir dans şovu ise bu event biraz sönük kalabilir
Ve son olarak tarih konusunda dikkat edin! BonJovi konseri ile aynı gün operaya sakın gitmeyin, operaya da yazık JJ
Her ne kadar o hatayı yapsamda alternatifleri denemeyi seven biri olarak , açıkhavada operayı tavsiye ederim J
Ama dediğim gibi bu performansı kaçırmaktansa Time out'u dikkatli okumakta fayda var .
İşte yılların devirmediği bir adam ve muhteşem bir konser! http://www.youtube.com/watch?v=k7QpG8XYzAs&
Etiketler:
bon jovi,
mozart,
opera,
saraydan kız kaçırma
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)