18 Aralık 2011 Pazar

Brezilya Fönü


Ben doğal hayat yanlısı ama bir o kadar da yaşlanma korkusu artmış insan ! kendini hergün daha bakımlı görmek uğruna saçlarımı bir ton kimyasalın altına yatırdım . Artık saçlarım 5 ay kadar dümdüz.
Adı Brezilya fönü olarak geçen işlem aslında permanın tam zıttı. Saça ciddi anlamda  keratin içerikli kimyasal atılıyor, saatlerce taranıyor, yeniden ilaçlanıyor ve sonunda da kurutulup bir profesyonel düzleştirici ile düzleştiriliyor. 3 saat kadar süren bu işlemin sonunda bir krem sürülerek tekrar saç yıkanıyor, ve artık saçınız gözünüzün önünde (!) taraksız fırçasız dümdüz oluyor.
Şu anda bazı internet sitelerinin 50 TL ye bile promosyon yaptığı brezilya fönünü ; eğer benim gibi gözünüzü kararttıysanız , önerim( ve benim yaptığım) gideni tanıdığınız  ve güvendiğiniz bir kuaföre yaptırınız .. Çünkü hem aynı işlemi yapmak üzere kaçak karışımların varolduğu söylentileri internette oldukça yaygın hem de zaten orjinal işlem bile bir hayli kimyasal (!)
Mutlu muyum ? Evet J Günlerdir fırçasız yaşıyorum , saçlarım süper  gözüküyor.   Tam benim gibi üşengeç bir insana göre bu !!!

Öncesinde 6 ay kadar internetten de araştırdım.  En komik yorumu paylaşmadan edemeyeceğim!
Eksi sozluk:  Yorum 6: (tanri siva, 10.12.2010 12:36 ~ 12:56) 

Önce tatlı, yoksa zaman akıp geçiyor..

insan sevdiklerini için için özler ...

Zaman su gibi akıp geçiyor, tüm hafta sonu eğlenceli birseyer yazmaya çalışarak geçirdim . Önce Alp (oğlum)hasta oldu sonra kendim , bu bir aile geleneği zaten , birbirimize bulaştırma turları .. Sonunda da eğlencesi olmayan bir olay oldu .
Bu aralar yani 30 lu yaşlarım en çok doğum ve en çok ölüm haberi aldığım yaşlarım .. bir gün çok seviniyorum , örneğin Cuma çok sevdiğim bir arkadaşımın bebeği olacağını öğrendim , o kadar sevindim ki , dün sabah Alp’in oyuncaklarını ayırdım , biraz da kıyafet . İnsan doğuma o kadar seviniyorki , ne güzel şey yeni taptaze bir hayat ! Bir şeyler yapmak istiyor, garip bir enerji geliyor.
Bugün ise resmen içim kan ağlıyor , bir arkadaşımın bir yakını öldü. .. Sanki bir roller coasterda gibi içim.. en kötüsü ise ölüme üzülen insanların neler hissettiklerini  biliyor olmam.. Zaten zaman herşeyin ilacı derlerse de yaşadıklarınız hep bir kaşıntı yapar, bu tip durumlarda elinizde olmadan aynı yarayı kaşırsınız kızarır... Başka türlü ne hissettiğimi anlatamıyorum . kısacası elimi kaldıracak halim yok içim bomboş oldu.
Herseferinde de bir film sahnesi aklıma geliyor,  kendimi sorguluyorum , neden hala yemekten önce tatlı yemiyorsun!?
Hayat o kadar kısa ki , tüm yemek sırasını beklersen en sevdiğin tatlıya yer kalmaz , zaman kalmaz... 

6 Aralık 2011 Salı

Dedemin İnsanları


Bir kac gundur insanların yüzlerine bakarken aniden bir sey yakalıyorum ve bu filme geri dönüyorum . bu yüzden de yazmam gerekli  .
Pazar günü dedemin insanları’na gittik. Daha önce mustafa hakkında hersey ,ulak ,ıssız adam, babam ve oglum filmlerini takip etmiş ve bol bol aglamış klasik bir türk bayanı olarak bu sefer  mendilim ile gitmiştim ama beklediğim gibi olmadı . en çok dokunan mehmet’in ölmesi oldu belki , ya da dedenin torununun o hırçınlığı. Bu iç güdü bana tanıdık geldi . İnsan önce ailesel olarak aidiyet ister sonra toplum olarak, arkadaşlık olarak.. Zaten o yüzden biraradayız. Küçükken bu aidiyetleri çok sorgulamıştım sonra kabul ettim .
Ve Çağan Irmak’ı tek bir şey icin cok takdir ettim , belki de o tuzaga düştüm yani eğer bu reklamsa da beni vurdu. Ben dedesi olsaydım çok mutlu olurdum.. O eski insanların kibar gururlu mağrur ve son derece iyi olduklarını hatırlamak beni çok mutlu etti nedense. Belki de o güne gidip o insanlarla yaşamak istedim...
Kısacası filmden çıktık hafif gözler kırmızı ama gülümsüyoruz. Canım bir evime gitmek istemiş , Alsancak’ taki eve ama annemle yaşadığımız gibi olsa , sabah kızarmış ekmek kokusu ve ;Elvis Presley olsa , annem ona bayılırdı. Uyansam ve kendimi çok büyümüş herşeyi yaşamış sanan o kocaman çocuk olsam yine.. Ben de çocukluğumu çok özledim filmden sonra ...ve İzmir’imin insanlarına güldüm ..Hiç tanımadığım dedemi hayal ettim , onu da dede gibi düşündüm.. O küfürleri ozellikle p...venk dedi ki eniştem bile bunu kullanırdı , nerdeyse irkildim filmde aynı apaynıydı söyleyiş tarzı !
Şu anda yine tatlı bir gülümseme geldi yüzüme o yüzden gidin bu filme J bugünlerde tatlı bir gülümseme heran kolay olmuyor....



1 Aralık 2011 Perşembe

İstanbul'da standart bir sabah

Sabah 7:30

saat 8:30


Bir zamanlar yaşamayı çok sevdiğim bu yorucu şehirde halen beni heyecanlandıran birseyler var. Bugun vapurla karşıya geçeceğim. Akşam ise bir yere davetliyim ama gitmeden taksimde minik bir yürüyüş yapabileceğim. Belki saatler sürecek oraya ulaşmam ve eminim adım atsan iğne düşmeyecek kötü bir kalabalık olacak ama olsun
10 seneden beri ilk defa bu şehirin kalabalığını gördüm belki de . Alışveriş merkezlerindeki, otobanlardaki kuru kalabalığı.  Ve insanların önce mecburiyetten sonra ise alışkanlıktan bu şehirde kalitesiz bir yaşam savaşı verdiklerini gördüm . Saat 6 da kalk 2 saat araba kullan . Bir sürü stresli insanla gününü kavga dövüş geçir . Akşam yine 2 saat araba kullan . Evinin önünde park yeri bulama ! ya da şehrin bir ucunda yaşa ve aksam eve girince bir daha çıkmak söz konusu bile olmasın ve Tv de dizi izle! İstanbul’da mı ayda mı yaşadığını sor sonra da!
Eskiden hemen bir bilet aldığım tiyatroya gitmek için bile uygun gün saat ve tiyatro sahnesine 10 gündür karar veremedik . Leyla’nın evi ! Halen bu Cumartesi sana bilet alacağız!!
En çok etkileyen de bütün bu karmaşadan nefret eden kocam . O kadar sinir oluyor ki artık dışarı bile çıkmıyor. 
O yuzden akşam single im ! Neyse işin iyi tarafı bedava bir bakıcım var J hem de en güvenilirinden ..
Tabi Alp in olması da zaman yönetimini değiştiriyor , daha planlı programlı olmak zorundasınız.
Ama her şehirde insanlar çocuk sahibi oluyor.Böyleyken bu şehrin yaşayanlarının sinirlerini yemesi neden?
Buradan sonra yürüyerek işe gidebileceğim ve yürüyerek denize girebileceğim bir şehir arıyorum !
Neyse yine de heyecanlıyım ! Birazdan Hisar , boğaz ve Sirkeci’ye gidiyorum . Eski İstanbul ve boğaz manzarası... Her vapur yolculuğum bana bu şehre taşınma sebebimi hatırlatıyor. Kalbi atan ve insanı içine çeken , bağımlılık yaratan bu şehri....



12 Kasım 2011 Cumartesi

Kasım'da Tatil için Kaş

Kaş

4 Kasım’da o kadar çabadan sonra sele teslim olan Tayland’a gitme programımızı ertelemeye karar verdik. Kendimizi o kadar adapte etmiştik ki , bir süre farklı alternatiflere baktık , Kenya gibi , Üzerine yakınlarımızdan biri çok acı bir olay yasadı. Biryandan enerjimiz sıfırlandı bir yandansa kendimize bir kere geliyoruz Dunyaya bugun içimizden geleni yapmayacaksak ne zaman yapacagız dedirtti.
Ve açtık haritayı ve hava durumunu : Kaş / Antalya 28 derece gunesli gosteren yegane yerdi. Biletlerimizi aldık , valizimizi yaptık . Ertesi gun saat 11 de Atlas jet ile uçmak üzere havalimanındaydık ailecek ( oglum Alp , Tunc ve ben).ve Alp’in deyimi ile uçak bindik , tatil gittik.
Atlas jet’i tercih ettik. Diğerlerine göre daha fiyat avantajı vardı , ve saatleri daha iyiydi. Çok da memnun kaldık. 2007’deki kazadan sonra şirket bu lekeden kurtulmak için bir hayli çaba harcamış. En iyi iç hatlar iniş kalkışını yaptık diyebilirim. Hizmet kalitesi servisi de en az thy kadar iyiydi.
Kaş
Kaş'a gitmek için en kısa yol Dalaman’dan. Yol çok daha düzgün . Dalaman havalimaninda arabamızı teslim aldık ve 150 km lik  yolumuza koyulduk!  Kiraladığımız firma hemen havalimanı dışındaki Opet istanyonunun orada olduğu için tavsiye ederim, bir aksilik olursa yola devam etmeden hemen mudahele etmeniz mümkün.

Kaş
Kaş’a 5 gibi vardık. Yaz için Çukurbağ en güzel noktası. Önce bütün Çukurbağ yarımadasını gezdik . Kasım ayında olduğumuz için birçok otel tadilattaydı. Biz OleaNova’yı beğendik, bir arkadaşımda çok emin olarak Hadrian’ı tavsiye etti . Sonunda Kasım ayı olmasından dolayı Kaş’ın içinde pansiyonlar bölgesini tercih ettik. Buraya geldiğimizde yorulmuştuk. Ve bir kaç otele artık arabadan bile inmeden fiyat sorarak , plaj ve araba park durumunu öğrenerek hızlı karar vermeye çalışıyorduk ki , Baki Bey ile karşılaştık. Baki Bey’in bir oteline yerleştik . Adı Nur beach’ti. Odaya yerleştikten sonra onunla muhabbet ettik. Baki Bey , pansiyonlar bölümünde bir çok otelin arsa sahibi, o yüzden çok da farketmiyor, eninde sonunda ondan ve ya akrabalarından oda kiralamış oluyorsunuz. En iyileri yine de bizim olduğumuz Nur Beach ve ya Nar. Çünkü kendi plajları var. Ve kahvaltınızı Meis Manzaralı muhteşem terasta yapıyorsunuz.
Kaş’ta manzarayı anlatmak için sadece Mavi ve Yeşilin en iyi hali diyebiliyorum. Başka bir söz söylemek mümkün değil .
Nurbeach Otel Kaş

Kaş’ın yerli halkı tam turist tuccarı ve herkes birbiri ile bir yerden akraba! Baki Bey o akşam , bizi Dolphin isimli bir balıkçıya gönderdi. Çok güzel bir Laos yedik , ama kilosu bize 100 tl ye maloldu.  Bir de aynı balıkçının abisinin Mercan balıkçısı var. Muhtemelen aynı tip bir yer ama daha ortada olduğu biz arkada yeralan Dolphin’ tercih ettik.
Yemekten sonra kendimizi Kaş’ın olduğundan beri varoluşunu sürdüren Mavi Bar’a attık.
Eski tip bir rock bar olan Mavi klasik biranız ile mutlu olabileceğiniz renkli tahta masalı salaş bir bar.  Çok kalabalık olduğunda oturacak yer kalmıyor ve bakkaldan biranızı alıp da eşlik edebiliyorsunuz
Mavi Bar Kaş

Ama başka kokteylleri ve ilginç içkileri denemek istiyorsanız dogru yerde degilsiniz. Biz burada İstanbul’dan bir kaç arkadaşımız ile karşılaştık.  Kaş’ a taşınan bir tanıdıklarında kalıyorlardı.
Büyük bir karar .. Ama 10 ayı güneşli tatil atmosferinde geçirme hediyesi var.  Kaş Kalkan ve civarında yaşayan İstanbullu , İngiliz ve ya Alman aileler var. Burada herşeyden vazgeçip küçük ve mutlu bir hayat kuruyorlar.
Aklımızı çelmedi değil ..
Ertesi gün kendimizi hızlı bir Kaş turuna adadık. Kaputaj Plajı , Patara , Saklıkent ve Xantos’ a gittik.

Kabutaj Plaj Girişi
Kaputaj
Kaputaj bir kanyon önünde 150 basamak inerek ulaştığınız çakıl bir plaj . Normal yaz gününde tıklım tıkış olan bu plajda Kasım ayında bir alman aile, biz ve bir kaç daha Turk aile vardi. Denize girdik . Su ne tuzlu ne tatlı ve soğuk , çünkü deniz suyunun içine kar suyu da karışmış oluyor. Muhteşemdi.  2,5 yaşındaki oğlum Alp burada çok keyfaldı, denize taş attı , alman çocuklarla oynadı.





Patara
Patara Kumsalı
 Patara ise tarihi eser olarak geçiyor, bu yüzden girişte sanki bir müzeye giriyorsunuz gibi bir ücret veriyorsunuz. Eğer benim gibi entel dantellik yapıp müzekartınız varsa faydalanabiliyorsunuz.
Patara Likya soyunun başkenti. Sadece bir plaja değil aynı zamanda tarihi Likya kalıntılarının içine de girmiş oluyorsunuz. Biz biraz turladık. En ilgimizi çeken hamam ve Helenistik döneme ait tiyatro oldu. Mezarlıklardan bahsetmemiz gerekli . Kaş ve Kalkan tarihi mezarlıklar barındırıyor. Patara gibi bir liman şehrinde bunu ayırmak çok daha kolayken , Kayaköy’de yolun ortasında bir mezar gördük , üzerinde sprey boyalardan isimler yazılı olması bizi hayli üzdü.
Patara’ya girdiğinizde Doğu Roma imparatorluğunu hissedebiliyorsunuz ve şu anda millet olarak bunlara sahip çıkmamız gerektiğini düşününcesi oluşuyor. Ne yazikki bu tip işlere verilen önem ve hassasiyet bir hayli az.  Daha depreme dayanıklı hastaneleri  olmayan ülkemden bazı şeyleri beklememem gerektiğini kendime hatırlattım orada.
İşin en güzel ve farklı yanı , tüm bu tarihi gezdikten sonra 17 kmlik uzun Patara plajında denize girdik. Alp kumlar ile oynadı. Sonra da plaj kenarındaki kafede Bira ve Patates yedik. Belediyenin olmasına ragmen turistik olmasından dolayı alkol alabildik !
Saklıkent
Saklıkent
Hemen ardından 60 km yaparak Saklıkente geldik. Burada bir kaç tavsiyem olacak . hata yaptık eger cocugunuz varsa ve Kasım ayıysa Saklıkent’e gitmeyin ! Çünkü rafting yapılan alanlara ağaç evlere bakıpbakıp 200 metrelik bir kanyon koprusunden yuruyup fotograf çekebiliyorsunuz. Bu tarihte rafting yapmak da en azından benim gibi bir sıcak sever için zor! Ama Haziran – temmuz aylarında bu soğuk sularla serinlemek , ardından ağaç evlerden kiralamak , rafting yapmak kadar iyi bir program düşünemiyorum .
Xantos
Geri dönerken tarihe doyamayıp Xantos’a girdik . Burası da tarihi bir Doğu Roma kenti (Ben mahalle diye biraz daha küçük) Çok daha dine yönelik bu yerde en önemli şey bir kaç kere yapılan istilalarda halkın toplu intihar eyleminde bulunmuş olması . Halkı özgürlük düşkünü! Acı olan ise Xantos’un sadece temelleri Türkiye’de, kalanlarını da British museum’da görebiliyorsunuz. Bence:  Herşey yerinde güzeldir!
http://www.gezikolik.com/tr/Tarih_Kultur/Antik_Kentler/Turkiye/ANTALYA/Kas/Xanthos_Antik_Kenti/e_3254.aspx
Yolu uzattık! Ve Kalkan’a gittik. Minik bir sahil kasabası . Aklımız kaldı ve buraya tekrar geleceğiz diye otel baktık . Zinbad , Gül Pansiyon tavsiye edilen yerlerdi. En iyi ve büyük oteli Pırat .ama Kalkan’ın içi pansiyonlar ve butik otellerle dolu. Gitmişken onlarda kalmak çok daha iyi. Biz bir sonraki günü Kalkan’da geçirmeye ve Zinbad Otel’de kalmaya karar verdik.    
Uzun gezimizden sonra Kaş’ a geri döndük. Kaş biraz daha boş. Bu sefer ana meydanda bir balıkçıdan kazık yiyiyoruz J Lola . Neyse artık alıştık ! Akşam ise yine bir Kaş klasiği yaparak Mavi’ ye gidiyoruz. Bir yerli turist olarak Kaş’ta çok enterasan satın alınacak birseye rastlamadım . Belki de mevsimdendir.

Kekova
Ertesi gün Kekova’ya gitmeye karar verdik. Kaş’ta eğer erken kalkabilirseniz saat 9:30  günübirlik turlar var. Ama biz hem geç kalktık , hem de tüm günümüzü ona harcamak istemedik. Düşük sezona da güvenerek araba ile Kekova’ya gittik ve Tekne kiraladık . Tekne kaptanımız bizi bol bol gezdirdi. Alp’e bir cankurtaran yelegi aldık Neyseki bakkallarda akla gelebilecek her türlü ekipman var.
Kekova’dan kıyı şeridini takip ederek Tersane koyu ve Kaleköy’e gittik . Giderken kayaların icinde bol bol tarih yine içimize işledi. Botumuzun yaklaşık 1 metrelik kısmının tabanı camdı , ve  aşağıyı yani denizi görebildik. Cam 3 kat bu yuzden cok daha yakınmış gibi ayrıntılı görebiliniyor . Giderken Anaforaları görme şansımız oldu. Buranın halkı Kekova da olduğu kadar Kaleköy’de de yaşıyor. Kaleköy’de deniz yolu dışında yol yok! Bu yüzden herkes en azından kayık kullanmak zorunda
Kaleköy Giriş
Kaleköy
Beni en çok şaşırtan , 70 yaşında bir teyzenin teknemize yanaşması oldu ! birşeyler satıyormuş . Yani orada denizde gitmek ve yolda yürümek arasında bir fark yok.. Kaptanımız da Kaleköylüydü. Bindiğimiz tekne yeni ders yılında bir okul servisi olacak . Kaptanımız hem kendi çocuklarını hem de Kaleköy’deki diğer çocukları Kekova’da okula götürüp getirecek!
Kaptanımız
Kaleköy’de en tepede bir kale yeralıyor. Buralarda emlak da epey gelişmiş. Bir çok Türk ve yabancı keşfedilmemiş yer meraklısı zengin buralardan arsa ve ya ev bakıyor. Ama tabi yer limitli, böyle olunca fiyatlar 750 000 TL lere kadar ulaşıyor. En meshuru ise Rahmi Koc’un evi.
Kaleköy’de durduk ve tekneden inip yukarı tırmandık . Muhteşem bir manzaraya sahip köyde yine Doğu Roma tarihine bir girip çıktık. Artık alışkanlık olmuş sanki 2. Gün itibari ile yadırgamamaya başladık diyebilirim!
Sonra bir çok koyda durduk , su yine muhteşemdi. Tersane koyunda çok fazla balık vardı. Snorkel yaptık . İlk kez Turna görmüşüm J

Kaş Çarşı
Yaklaşık 2 -3 saat süren turumuzdan sonra Kekova çok boş olduğu için atladık Kaş’a geri döndük. Alp balıktan bayılmıştı , biz de Spagettici diye bir italyan lokantası bulduk , burada oğlumuzu bildigi kıymalı makarnaya kavuşturduk .
Sonra ara sokakları dolaştık.
Bugün ailesi Kaş’ta yaşayan bir arkadaşımıza rastladık. Ve kendimizi eski Kaş barlarından Barcelona’ya attık . Yolu düşen herkesin bu tonton amcamı ziyaret etmesini rica ederim. Herkes o kadar arkadaş muhabbetinde ki . Çok içtiğim ve sürekli bir yerlere gittiğimiz için midem çok iyi değildi ve bu yüzden bira içtiğimde hep yanında çerez istiyordum! Barcelona’da amca bana çok az çerezim kaldı ama diğer masalara vermedim. Sen şimdi git ben bir çaresine bakacağım deyip kimseye çektirmeden 10 kadar kabuklu fıstığı önüme bırakması bizi bir hayli güldürdü.
Barcelona daha içerde kendi havasında bir bar ama dekorasyonu çok tatlı. Ve nostaljisi ilk kez giden ben için etkileyiciydi.
 Ertesi gün 10 Kasım’dı. Atamızı anamadık , o sırada oglumla ben mışıl mışıl uyuyorduk . Kalkınca Alp’i Atatürk çalıştırdım , o güzel tatili yapabiliyorsak en azından onun adını oğluşumuza öğretmiş olmayı kendimize borç bildik.

Kalkan
Tunç’la toparlandık, bir önceki gün karşılaştığımız arkadaşımız Savaş’ın evinde bir kahve içtik . Muhteşem manzarayı izledik. İşte bir kere daha seytan dürttü. Biz o kocaman İstanbul’da napıyoruz?    
Kalkan
Kalkan’ın yolunu tuttuk.  Kalkan’da Fazlı’nın Zinbadda bize ayarladığı odaya yerleştik . Bayram bitmişti. Otelin Tek misafirleriydik.  Hemen esyalarımız attık ve bize burayı tavsiye eden yeni dostumuz Umut’un bari Kleo ‘ya kostuk . Önünde Kalkan plajı olan Kleo , sahilin en ucunda. En güzel konuma sahip. Bize sezon sonu iyiliği yaptılar J Biramız patatesimiz denizin dibine serdigimiz havlunun yanına geldi. Kalkan plajı da çakıl. Alp ile bol bol denize taş atmaca oynadık! Kalkan’daki tüm zamanımızı Kleo’da geçirdik diyebilirim. Umut ile de ailecek kaynaştık . Hem ögretmen , hem de barmen. Sabahtan barda duruyor, sonra etute gidiyor . 6-14 yaş arası matematik , türkçe ve ingilizce dersleri veriyor! Akşamları da barda . Ona en komik gelen , aksam aileleri ile gecen cocukların Kleo da onu görünce aa baba bak benim ögretmenim barmen demesi .
Evet sonunda bira dışında birsey var. Kleo’da muhteşem mohitolar içiyoruz. Burada da arkadaşlarımız ile karşılaştık bu arada ! İstanbul’da yaşayanların bir çıkış noktası Kaş . Neyseki Kasım ayında buunu farkeden sayısı az!
Bu arada İngiliz ve Alman ailelerin bir çoğu aslında Kalkan’da yerleşik . Kaliteli bir kalabalık.
 Ama Kalkanlılar tedirgin . Artan göç Kalkan’a zarar veriyor.  Çok sayıda aç işletme sahibi , burayı da Marmaris’in kalitesiz turizm anlayışı ile yönetmeye çalışıyor. Kalkan halki bundan çok mutsuz. Buranın elit, düzenli ve şık olması onlar için çok önemli.
Ben de aynı fikirdeyim ama göçü engellemek mümkün değil.
Kalkan’da bir de ektra bir köpek nufusu var. Çogu yabancı turist burada kaldığı zaman diliminde bir hayvan ( özellikle kopek) besliyor ama sonrasında onları basıbos burada bırakıyor. Kalan Kalkan halkı da kendi insiyatifleri çerçevesinde onlara bakmaya çalışıyor. Kalkan plajında bütün günümüzü geçirdik
Kleo mohito
Otelde biraz  dinlendikten sonra etrafı gezdik . Burası sanki bir yunan kasabası . birçok yer kapalıydı. Bu yüzden yine Kleo’ya döndük. Yanında yeralan Musakka’da yemek yedik. Ben Levrek marine yedim ve bayıldım! Ve tatilde ilkkez kazıklanmadık!
Sonrasında ise Kleo’da tabiki bir mohito daha içtik!


Kalkan’a daha mevsm başlangıcı ve dolu bir zamanda gelmek istedik. O boş sokaklardan bile aslında eglencesi iyi bir yer oldugu anlaşılıyordu.
Ertesi gun Fazlı bize muhtelem omletler yaptı. Oturup iki yumurta yediğimi hiç hatırlamadığım gibi ne ara o iki yumurtayı yuvarladıgımında farkına varamadım.
Kayakoy Rum evi
Kalkan’dan ayrıldık , artık Dalaman’a gidiyorduk ki Savaş ‘ın tavsiyesi üzerine Kayaköy’e ugrayalım dedik. Kayakoy, Fethiye Hilside’a cok yakın hatta hemen arkasında . Defalarca buraya gidip orayı görmeden gelmişim , utanarak itiraf ediyorum!
Kayaköy
Kayaköy enterasan , hem Likyalılar hem de Kurtuluş savası oncesinden kalan Rum mahallesi var. Bir yanda 1900 lerin bir kilise kalıntısını görüyoruz, bir yerde ise dagların içine Kaya mezarları .  Yolun ortasında lahitler var.
Yıllar sonra bir takım Amerikalı ve İngiliz aileler buraya yerleşmiş .Tıpkı Beach filmindeki gibi , kopup buraya gelmişler. Buranın köylüsü ile birarada yaşıyorlar. Kayakoy’de yemek zamanında olmak ve tandır yemek cok iyiymiş , biz o yumurta ziyefetinden sonra ancak kahvesinde çay icebildik.
Sonrada rum mahallesini biraz gezdik. Halen bos duran bir cok ev var, yarı yıkık dökük. Belki belli bir süre sonra burası o rum kulturunu tekrar yaşatmak üzere restore edilebilir . kim bilir.
Kayaköy’den çıkışta Dalaman yolunu tuttuk zaten bir süre sonra tüm tatil boyunca çalan yunan radyosu kendini Türk radyolarına bıraktı. Yine aynı opette durduk . Dalamanarticars  http://www.dalamanartirentacar.com ile buluştuk . bizi Havalimanına bıraktılar.
Ve uçağa bindik. 1 saatlik ucak yolculugumuz ardından 2saat kopru trafigi ile evimize dönebildik L
Ama mutluluğumuzdan çalmasına izin vermedik .
Upuzun lafın kısasın Pataya degil Patara J ve kasımda Kaş başkadır. Deneyin !!!


2 Kasım 2011 Çarşamba

Aziz Nesin’den Sözler

Deprem ile yazamadım . Çok iç acıtıcı bir o kadar da düşündürücü.
Neden aynı hataları tekrarlıyoruz ve sonra da ağlıyoruz?
Neden biraz daha dikkatli davranıp en azından gece yatağımızda rahat uyumuyoruz ? Bu kadar da zor olmamalı.
Neden önlem alınması için biraz olsun feryat etmiyoruz? 
 

O yüzden Aziz Nesin ile ilgili yazmak istedim. Bir kısmımızın kibarca aptal olduğunu söylemişti ! Aslında tabi bu ortalama IQ’ muz değil bunu biliyoruz da … Aziz Nesin bence Türkiye’nin az sayıda gerçek düşünürü . Neler demiş tekrar dönüp bakmak lazım. Bu bizim kültürümüzde yok .  Geçmişi hatırlamak , ondan bir öngörü elde etmek .Unutuyoruz. Affetme büyüklüğü ile unutmayı karıştırmış durumdayız. Unutmamak için yazıyorum ...
 Eskisi olmayanın yenisi de olmaz. (Vakıf çocuklarına öğütlerinden)

İnsan, insan gibi, insan olarak hür olmasını bilmezse, hür olamazsa, o zaman kurtlar, kuşlar gibi hür sanır kendini. (Mumhala)

Yoksulun tek silahı çalışmaktır. (Vakıf çocuklarına öğütlerinden)
Tembellerin çalışma günü yarındır. (Vakıf çocuklarına öğütlerinden)

İşin zoruna gideceksin. Her zaman zoru dene... Zoru yapamasan bile, zoru yapmaya çalışarak hiç olmazsa kolayını yaparsın. (Ali Nesin’e öğütlerden

Halkımı sevmediğimden bu halkın değişmesini istiyorum. Halkımı sevsem ne diye halkımın değişmesini isteyeyim... (Özel konuşma)

Mahkemede aklanırsam, Türk halkının yüzde altmışının aptal olduğu Türk mahkemeleri tarafından tescil edilmiş olacak. (Mahkeme savunması)

En güzel şiir matematiktir. Yeryüzünde şimdiyedek “iki kere iki dört eder”den daha güzel bir dize yazılmamıştır sanırım. (Mum Hala, 8 Şubat 1958)

Korku, en beşeri duygudur. Benim iktidarlara başkaldırışımı görenlerden kimi beni korkusuz insan sandılar. Oysa ben korkarım. Ne var ki, bende, başkalarına yararlı olacaksa, doğru bildiğimi, inandığımı söylemek, açıklamak duygusu, korku duygusuna her zaman üstün gelmiştir. Korkarım, yine söylerim
Korkmuyorum diyenler, ya başkalarına yalan söylüyorlar, ya kendilerine yalan söyleyip kendilerini kandırıyorlar yada bilmeyerek insan olmadıklarını söylüyorlar. (Mum Hala, 6 Şubat 1970)

Tabi bu miniminnacık yazı onu anlatmaya yetmez. Bu sadece bir reaksyon ... Merak edenlere Aziz Nesin 1915 yılında Heybeli adada doğmuş. 1945 yılı -1995 dönemlerinin önemli edebiyatçısı. Sayısız eseri var.Toplam kitap tirajı 8 milyonun üzerinde  http://tr.wikipedia.org/wiki/Aziz_Nesin
 ve hayata 1995' te İzmir Alaçatı' da veda etmiş.  Ondan görev bilip bu aptallık niye diye soruyorum işte aklımı durduramıyorum ...

9 Ekim 2011 Pazar

Trope de Elite 2

Elite de Trope, Rio nun ikinci yüzü olan favelalarda geçiyor. Hem birinci hem ikinci film , favela-çete- polis üçgenini farklı platformlarda anlatıyor.  
İlk bölümünde kahramanımız Nacimiento  daha yeni yetme. Uyuşturucu parasının nasıl el değiştirdiği, polisin nasıl çetelere silah sattığı filmde anlatılıyor. Sonunda Nacimientonun da içinde bulunduğu idealist bir grup polis , Kurukafalar diye gruplaşıyorlar ve polisin çete işbirliğine son vermeye çalışıyorlar.
Filmi bu şekilde dümdüz anlatmak kolay ama o hissiyatı vermek çok zor. Film insanların nasıl yaşadığını, nasıl bir güvensizlik içinde olduklarını çok güzel anlatıyor. (Bir cok yonden kendi ülkeme benzettiğim o kadar yönü vardı ki. )
Film bizi bir hayli etkilemişti! Sonrasında geçen Kasım Rio’daydık . Turistik olarak favelalara gitmek istemedik.  Gittik  bir favelanın yakınlarda bir metro istasyonununun  favelaya bağlanan kısmında en üst kata cıktık , bütün favela ayaklarımızın altındaydı.
Guzel bir brezilya müziği geliyordu. Çatıları yarım yamalak olan dizi dizi ev kerpiçten. Mavi su bidonları evin tepesindeydi. İnsanları yerde yatıyor kimi zaman ..
Burada Brezilya sosyo ekonomik yapısı ile can sıkmaya niyetim yok . Güney Amerika’daki insanlar çok mutlular, tutkulular,  fakirlik umurlarında ama güzel müzik yapmalarını ve ya her sabah okyanusta yüzmelerine engel olmuyor.
Dönelim filme. İlk filmde Kurukafalar ekibi , gerçekten işleri yola sokmaya çalışan , favelalarda daha az sorun çıkmasını ve güvenliğin iyi bir seviyeye gelmesini sağlayan bir grup polistir. Onlar diger polisler gibi , haraç toplamaz, favelalardaki gerilla gruplara silah satmaz , ve uyuşturucu paralarından haraç almak istemez.
Nacimiento
Sonunda Nacimiento , Kurukafalar icinde başarılı olur , ve tüm halk tarafından da takdir edilir.
Çeteler hapishanelerdedir. Ama işte o çetenin sanki uzantısı olan polis bir şekilde uyuşturucudan nemalanmaya alışmıştır.  Çetelerin içerde olması onların çeteleşmesini engellemez.  Filmde de dediği gibi Asla daha kötü olamaz deme!
Burada ikinci filme geçiyoruz. Nacimiento bir seviye daha yukarı çıkarak , savunma bakanlığında çalışmaya başlar, istihbarat ofisindedir. Binlerce telefon kaydı dinler. Sonunda yine bıraktığı sokakların nasıl geri kirlendiğini görür. Ve bu sefer bir üst kademede yani devlet ofislerinin polisi nasıl kullanarak faveladan nemalanmak istediklerini anlar. Bazı yerler bana tanıdık geldi.
‘Seçim , Brezilya için ticarettir.
Varoşlar seçim için önemlidir. Çok ve kolay oy vardır.  Zaten o yüzden varoş ölmez.’
Film aynı zamanda Albay Nacimiento’nun  özel hayatı ile bir hayli griftti . Por quien a por que = kimi ve ne için ? Öldürüyorum oğluma açıklayamıyorum .
Başrol oyuncusu .Wagner , Bahia doğumlu 1976 lı .  Trope de Elite dışında çok parlak bir projesi yok. Aslan gazetecilik mezunu ama tiyatro ve sinemada aktor hep. Evli ve 2 çocugu var..

Jose Padilha


Yazar, José Padilha, 1967 Rio dogumlu . Rio da iş ekonomisi, uzerine de Oxford ingiliz dili edebiyatı ve politika mezunu . Bayagı etkileyici..Trope de Elite dışında 3 belgeseli var.


Rutkay Aziz - Altın Portakal Film Festivali Konuşması

7 Ekim 2011 Cuma

Bali sâkini: sihirli formul

Bali sâkini: sihirli formul: “Ben Bali'ye yerlesiyorum, kurumsal islere artik bulasmayip sadece de yoga ve CranioSacral'den para kazaniyorum” diye karar verdigimden bu y...

4 Ekim 2011 Salı

Fikirler Alternatifler: Eskişehir'de bir pazar

Fikirler Alternatifler: Eskişehir'de bir pazar: Haftasonu Eskisehir'deydik. Tamamen tesadüfen 2 düğün için oradaydık!! Yine de şehri gezme fırsatını yakaladık . Eskişehir, küçük ve mod...

Eskişehir'de bir pazar

Haftasonu Eskisehir'deydik.  Tamamen tesadüfen 2 düğün için oradaydık!! Yine de şehri gezme fırsatını yakaladık .
Eskişehir,  küçük ve modern bir Anadolu şehri . Havası soğuk ama insanları canlı canlı .  Biraz Ankara havası var,  biraz da Amsterdam ..  her yer yeşil, tramway ve kanallar kanallar var.
Eskişehir belediye başkanı Yımaz Büyükerşen’ in Anadolu Universitesi atılımı ile bir hayli gelişmiş . Yeni genç nufusun artması ile şehirde hareket artmış . Her tarafta kafeler – restoran ve mekanlar var.  En çok hoşuma giden Havelka var J  .
Şehir Amsterdam’ın peyzajına benzetilmiş. Işıklar,kanal,şehre entegre olmuş büyük bir park ...
Porsuk' ta gondol ile gezilebiliyor. Gondol dışında aynı Amsterdam'daki gibi  kanal botları var.
Yerli turistler ve Eskişehir sakinleri pazar günlerini kanalda gezerek kafelerde takılarak geçiriyor.

Her Anadolu şehri gibi burası da gıda yönünden bir hayli zengin. Dönmeden  pastırma, süzme yogurt , bulgur, haşhaşlı ekmek , pekmez aldık.   Cebeci ve ya Yasin diye bu konuda meshur marketler var.
Adalar denilen bir bölgesi var. Yemyeşil  ve aradan nehir geçiyor.  Çok güzel bir manzarası var. Burada yürüyüş yaptık . Eskişehir iklimi Ankara gibi , kuru ve soğuk ama bizim olduğumuz haftasonu güneşliydi ve bu yüzden tüm şehir dışarıdaydı. Onların arasına karışabildik. En sevmedigim sey Pazar günü bomboş sokaklardır ( Bakınız İzmir’de Pazar günü-Eskişehir beni bu konuda üzmediJ)
Alp - Neriman- Omer Cekic

Son olarak meşhur odun pazarına gittik. Köfte yedik, mükemmeldi. Eskişehir’in madeni Luletaşı. Cografyadan hatırlarsınız. Beyaz lületaşından bir tesbih almayı eksik etmedik.
Sonunda bir haftasonu trene atlayıp Eskisehir’e bir daha gelmeye karar verdik. İstanbul’dan sadece 4 saat sürüyor.
 Bu sefer gece bir canlı muzik mekanına gidip kendimizi genc hissedecegizJJ
Eskisehir ile ilgili super bir yazı buldum , onu da tavsiye ediyorum !

19 Eylül 2011 Pazartesi

o değil de: 12. İstanbul Bienali: İsimsiz

o değil de: 12. İstanbul Bienali: İsimsiz: İtalyanca “her bir diğer yıl” anlamına gelen bienal, genel olarak iki yılda bir düzenlenen etkinliklere takılan addır. Kelimenin kökeni itib...

16 Eylül 2011 Cuma

Sağlık

Bu herhalde en acıklı yazım olacak . Sevdiğim birinin sağlığını yitirip senin elinden bir sey gelememesini bilirim. Çok üzücüdür. Hic bir şey teselli etmez. Bazen olaylar geçse üzerinden yıllar geçse bile orada aldığın yıpranma seni bırakmaz. Mutlu olurken bile canın acır. Sağlık bana her günümün ne kadar değerli olduğuna dair zamanında iyi bir ders verdi . Üzerine yıllar geçti bazı yaralarımı saramıyorum . ama kabullendim.
Geçenlerde Alp’in gözünün altında bir arpacık oldu , panikledim, ama bekledik , hemen hastanelere koşmadık . Gerçekten birsey olmadan doktora gitmemeye çaışıyoruz. Sonrasında bir havalimanında uçak beklerken iş dolayısı ile tanıdığım birinden gerçek bir acı ve güçlü bir ailenin hikayesini dinledim.
Burada hic bir isim vermem doğru olmayacaktır.
Bu çift 2009 yılında tıpkı bizim gibi çocuk sahibi oluyorlar. Fakat doğum sonrasında bebeklerinin arkasında bir yag bezesi farkediliyor
Sonradan öğreniyorlarki bu daha bebek 2 aylıkken farkedilebilecek bir hastalık . Koskoca ve yepyeni medikal park bunu farketmiyor.
Hastalık omurganın alttan tam kapanmaması sonucu burada yeralan ana sinir merkezlerinin zarar görme tehlikesi. Milyonda bir oluşan bu hastalık önceden teshis edilirse doğuma izin verilmiyor.
Erken teşhis de genelde cok olmayan bir sey. Fakat benim görüştüğüm bebek oluşan beze sayesinde erken teşhis ediliyorlar. 3,5 aylıkken ilk ameliyatını oluyor. Arkasından açıp olusan iltihabı akıtıyor ve sinirlere baskıyı azaltıyorlar . Miniğe ameliyattan sonra zımba seklinde bir dikiş uygulaması yapıyorlar. Kıyafet giyemiyor. Daha kötüsü enfeksyon almaması gerekli ama tabiki de kendi tuvaletini yaparken bunun olmaması mümkün değil. Bunun uzerine tekrar ameliyat oluyor, idrar ve bagırsakları kotu etkileniyor. Ve annesinin yardımı ile idrarını aylarca cıkabiliyor. 1 yasında tekrar ameliyat yapılıyor.
2 yaşında tekrar olabilir. Ve artık surekli kontrollerden geciyor. Su anda iyi saglıklı bir cocuk . Buyume cağı devam ettiği surece ameliyatlar olması gerekecek.
Doktorluk cok yüce bir meslek ,sadece idealistelere gore. Hiç hata kaldırmıyor, ne yapmalısınız hata yapınca işte bunları sorgulayıp durdum .
Teyzemlerde bir doktor hatası yüzünden bir kuzenim engelli ,yıllarını kaybetti . Sağlıklı olsaydı eminim basarılı ve kaliteli bir insan olacaktı. Bir kac dakikalık bir hata , aileme ve sevgili kuzenim Aliş’ e bir hayata maloldu. Ne yapıyordur bu doktor şu anda .. Onu görsem ben ne yaparım hep bunu soruyorum.
Önce sağlık , geri kalan şeyler asla bizi mutsuz etmemeli. ..  Hastalığın adını soramadığım için yine wikipedia ya ya gittim.. omurilik ile ilgili o kadar fazla hastalık varki burya bir link bile koymuyorum ..






30 Ağustos 2011 Salı

Çöpçatan??

Bu yazımı yazmak isteyeli çok oldu ama konu biraz basit geldi , kendimi bunu yazmak ile bağdaştıramadım. Sonunda kendimi razı ettim diyelimJ
Gerrit_van_Honthorst_-_De_koppelaarster_The Match Maker _1625
Çöpçatan mıyım ?
Hesap kitap analiz, uzun vadeli planlama,  problem çözme mi acaba derken neyi iyi yapabildiğime karar verdim! Bundan önce elediklerimi yazmalıyım :
Sabırlı bir dinleyici , az konuşan bir bilgin , iyi hafızaya sahip bir keskin zeka ve ya yer yön konusunda bilgili normal bir insan olmayı başaramadım. Hayatım boyunca bir önceki gün radyoda dinlediğim şarkıyı söyleyeni hatırlamadım. Kendi mahallemde aynı yoldan sinemaya gitmeyi başaramadım. Ve bu kadar çok yazacak zıvırtı bulan bir insan olarak asla iyi bir dinleyici olamadım!
Neyi iyi yaparım ? bugün –artık o gün desem desem daha dogru -  hakkımda iyi yaptığım olarak söylenen şey : çöpçatanlık! 
Çöpçatan ; aslen "match maker", yani "esleme yapan" olmasi gerekirken turkce'ye muhtemelen chicken translate felsefesi ile cevrilmistir. (Eksisozluk / eye queue, 28.04.2003 14:17)
Match = kibrit ve ya çöp /// maker= yapan / burada kibriti çatan oluyor!
Kendime geri gelince , Universiteye başlamam ile beraber makina fakultesinin nimetlerini arkadaslarımdan esirgemedigi rahatca soyleyebilirim.  İş hayatımda ise bütün etrafımdaki bekar insanları birbiri ile tanıştırmak sanki yan bir görev oldu.
Evlendiğim gün ise tamamen istek uzerine kocamın kuzenini en yakın arkadaslarımdan biri ile tanıstırmış bulunduk. Ardından oglumun ilk dogumgunu takip etti.  ‘peki o ona olur mu peki bu buna gider mi’ derken , bir baktım beynim şartlanmış durumda!
İyi yanından bakalım. Bir iki kişiye daha faydamız olduJ   
Geçen hafta da benzer bir durum oldu .Yine beynim şartlanmış durumda (!) 2 kişinin tanışmasına sebep oldum! Tanışma anlarında da yanlarındaydım . ve sanırım hatta eminim aslında ama bu konuda yorum yapmak gerçekten cok garip ... neyse bence birbirlerinden hoşlandılar. Birilerini tanıştırınca en çok bu andan keyf alıyorum! Yeni tanıştıgın biri ile konusmak , biraz oyun gibi . ben hep kendimi test çözer gibi hissederdim itiraf etmek gerekirse.kısacası tatlı bir heyecan , sonucu bilemezsin de ..
Kurumsal hayattan baygınlık geçirdiğim o hafta kendime bir çöpçatanlık sitesi mi kursam diye düşünmeye başladım! Bu konunun öncülerinden biri de Matchmaker.com .
İlk Matchmaker hardware_1987
Mart 1983 yılında San Antonio, Teksas Gregory Scott Smith tarafından oluşturulmuş.  Bir tek Apple II çalıştıran bir dial-up sistemi olarak başlamış. Kısa bir süre sonra, bir Microsoft Xenix tabanlı Tandy 6000 mikrobilgisayar taşınarak  MBASIC ile yeniden yazılmış ve sonra C programcısı Jon Boede tarafından yeniden yazılmış. Bu aslında, herkes için bir pen-pal ağ olarak düşünülmüş ve Hiçbir üyelik aidatı içermiyormus.




Jon Boede

1986 yılında farklı eyaletlerin sistemleri birleşitirilmiş  ve ‘’date-a-base" genişletilmiş.

1987 yılında yazılım programcısı, Jon Boede franchise sistemini getirmiş!!   Yerel sistemlerin sayısı yaklaşık bir düzine büyümüş, ve artık sistem kullanıcı abonelikleri tarafından finanse olmaya başlamış.

 J

Patrik M O'Leary



1998 yılında franchise modeli ulusal sistemlerin sayısı 60' ı aşmış. Sonunda sistemin Texas’ta  merkezileştirmesine ve adının  Matchmaker.com olmasına karar verilmiş . Şirket borsaya tanıtılmış !. Patrick M. O'Leary, şirketin başkanı olmuş.. Kısacası yeteneklileri harcamamak lazım


·         Ekler  :)
      Tabi ulkem insanları da  bu konuda boş durmuş degil. Zaten görücü alışkanlıkları ile bu  bizim genlerimizde işlenmiş herhalde.  www.kalbimde.com, http://www.kalpkalbe.com/, www.ecift.com, www.ortaksevgimiz.com sadece search te ilk önüme cıkanlar

İlgimi çeken bir haber de worlwide evlilik sitelerinin başarısı :
·        
Sonuç olarak hesap kitap devam … J

·